11 Eylül 2011 Pazar

Eylül Sabahı

Kim bilir gördüğüm ya da göreceğim kaçıncı Eylül'dü bu. Soğuk bir gecenin sabahı , umut dolu açmıştım gözlerimi ve yüreğimi hayata. Bilemezdim ki aynı günün gecesi o gözlerin hayatın en acı tecrübesiyle kapanacağını.

Hepimizin başına gelmiştir ayrılıklar. Ama bence bir ayrılığın en kötü hali dayanacak hiç bir şeyinizin olmadığı hallerdir. Üstelik nedensiz bir sona üzülürken birde sevdiğiniz kişi size -sizi sevmediğini- söyleyebilecek kadar ileri gidebilmişse ,zaman durur sizin için.

Hepimiz iyi biliyoruz ki zaman durur demekle durmuyor. Aslında tam aksine öyle bir kılığa bürünüyorki bazen aklınızı başınızdan alıp hayatı zindan ediyor , bazende aklınızı dahil her şeyinizi alıp hayatınızı yok ediyor.

İnsanlar sevdikleri onlardan uzaklaştıkça daha çok özlem duyarlarmış. Hatta bu uzaklık katlandıkça özlemlerde katlanırmış. Özlemler sevgiyi diri tutar belki ama bazen gittiğinizde sizi özlemeyecek birini geride bıraktığınızın farkında olmadan gidiyorsunuz. Siz özlüyorsunuz , hemde çok ama o çoktan yoluna devam etme kararını vermiş ve sizi umursamıyor. En acı ayrılıklar böyle doğuyor işte...

Umarım kimse ayrıldığı insanla aynı ortamda bulunmak zorunda kalmaz. Çünkü gururun ve sevginin çarpışması bu ortamda olur. Seven gururdan sevgisini gizler , nefrete dönüştürmeye çalışır. Sevilen ise bu gururun farkında olarak nefrete maruz kalmamak için kendi savunma mekanizmasını kullanarak nefret etme duygusunu kendisi seçer. Her halükarda ayrılıkta sevginin devam ettiğini savunsakta , nefretin varlığınıda göz ardı edemeyiz.

Nefret ve aşk arasındaki ince çizgiyide bu açıklar. Sevilen nefreti kendisine kalkan olarak görür. Seven ise tüm güçsüzlüğünün ve zayıflığının etkisiyle aşkını bir türlü kalkan olabilecek hale getiremeden gururuyla incinir ,incinir,incinir.

İşte hayat böyle devam eder. Bazı rüyalar ancak uyuduktan sonra biter.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder